Uzun zamandır burada bir şeyler paylaşmıyorum. Bu süre zarfında samanın altından çok su yürüdü. Kendime Amsterdam aldım, yarım bıraktığım polisiye hikayeleri tamamlama motivasyonu arıyordum ki o hikayelerin birinde Amerika'ya giden karakterimiz bir bara girdiğinde;
"Sweet Caroline; Good times never seemed so good.I'd be inclined
To believe they never would But now." mırıldanıyordu. Ben de bu parçayı sizlerle paylaşmak istedim. Sözleri doğru yazdım mı bilmiyorum. En son Neil Diamond dinlediğimde saç uzatıp parka giyerek ortamlarda cool takımlaya gayret eden bir ergendim. Akşam akşam aklıma yeniden geldi ya dinleyeyim istedim.
To believe they never would But now." mırıldanıyordu. Ben de bu parçayı sizlerle paylaşmak istedim. Sözleri doğru yazdım mı bilmiyorum. En son Neil Diamond dinlediğimde saç uzatıp parka giyerek ortamlarda cool takımlaya gayret eden bir ergendim. Akşam akşam aklıma yeniden geldi ya dinleyeyim istedim.
Günlerden birinde daha iyi şartlarda yazmak istiyorum. Uzun süre ara verdiğim polisiye hikayelere dönüp baktığımda gerçekten suçlunun gözünden bakan bir kitap ortaya çıkartmamak için bir sebebim yokmuş. Bir daha yazmayı bırakmayacağım ne olursa olsun. En son girdiği kadınların evinde onlarla seviştikten sonra sebepsiz bir şekilde kadınları katleden bir kişiyi kaleme alıyordum. Bilirsiniz kendisi Alevi bir göçmen. Şimdi kendisini Amerika'ya uçurdum. Malum burada psikopat bir cinayet büro amiri tarafından aranıyor ve çok göz önünde olmaması gerekli. Aynı kahvecide takıldıkları göz önünde bulundurulursa bu makul bir sebep.
Zamanını Elton John ve Neil Diamond dinleyerek geçiren bir karaktere evrilmek üzere hikayenin ilerleyen zamnalarında. Ayrıca Amerika'da girdiği tezgahtarlık işinde de yükselmeye başladı. Reyon sorumlusu oldu :)
Neyse. Bu kadar spoiler yeter.
Yedinci sınıfın sonunda karne aldığımızda, takdir almama rağmen yaramazlık yaptığım için müdür annem ve babamla konuşup okuldan kaydımı aldırmıştı. Bir nevi atılmıştım nazik şekilde. Gittiğim yeni okul Şişli'de zengin kesimin gittiği güzel bir okuldu. Okulda fakir olduğum için bayağı ezilmiştim. Yemek aralarında evde annemin yaptığı kaşar ekmek ile doymaya çalışır, kantine uğramaya tenezzül bile edemezdim. Yol parası vermemek için bizim mahallede oturan bir çocukla arkadaşlık kurup, babası onu bıraktığı için her gün okula onlarla gidiyordum. Esmer bir çocuk vardı. Yanılmıyorsam adı Alp idi. Sürekli; "yancıııı beleşçii" diye benimle dalga geçerdi. Ulan ne yapayım bedava vasıta bulmuşum kullanmayayım mı?
Okul tam mezarlığın karşısındaydı. Sanırım Zincirlikuyu mezarlığının arka tarafına bakıyordu. Bir Türkçe dersinde ben dalmışım, mezarlığı izleyip; "orada bulunmak nasıl bir duygu" acaba diye geçiriyordum içimden. O sırada da öğretmen ben yeni geldiğim için bana seslenmiş ama duymamışım. En sonunda gelip sırtıma dokunduğunda ben de heyecan yapıp altıma kaka yapmıştım. Hiç unutamam, ben böyle rezillik yaşamadım ömrüm boyunca.
Öğretmen çaktırmadan beni dışarı çıkarmıştı ama iş işten geçmiş, çoktan sınıfı kaka kokusu sarmıştı. O günden sekizinci sınıf bitene kadar hiç mutlu olamadım o okulda. Beden eğitimi derslerinde basketbol oynayan çocuklar beni aralarına almazdı. Futbol oynayan karizma tayfa beni maça sokmaz hep yedek kalırdım ya da kaleci yaparlardı. Oysa ki çok iyi bir ofansif kanat oyuncusuyumdur. Lisede asist krallığım bile var.
O okuldan, okul birincisi olarak mezun oldum. Mezuniyet zamanı benim adım anons edildiğinde Mustafa Sarıgül karnemi vermişti. Annem, babam bile gelmemişti o törene. Ahmet diye bir müdür yardımcısı vardı Fethullahçı, o sıvazlamışt sırtımı. Hatta bayağı hoşuma giden Gülben diye bir kız vardı, o bile yanaşmamıştı bana ki biliyordum yani o da benden hoşlanırdı. O zamanlar bayağı tatlıyım hafif tombiş ve jöleyi okullara ilk sokan tayfadanım. Fakir ve başkasının arabasıyla okula geldiğim için Gülben bile uzak durmuştu benden.
Neyse müzik paylaşmaktı amacım.
Bilmem.