Müzik dinlemek onun için bir zevk değildi. Çok müzik seçmezdi mesela. Bazen İspanyol çingenelerinden oluşan bir grup, bazen sarışın Amerikalı popüler kadın, bazen de sakallı Kürt türkücü.
Bazen Leonard Cohen...
La la laaaaa diye eşlik ederdi bazen Dance me to the end of love derken.
Yine öyle bir gün, kulağındaki kocaman kulaklıklara sıkı sıkı bağlamışken kendisini, hem soğuktan koruyor hem de kimseyle konuşmak zorunda kalmıyor mesela öyle bir zaman.
Kahve içtiği yer dört yol denilen bir kavşağın bir köşesindeydi. Kapıdan içeriye girmeden önce şöyle bir içeri baktı. Üst kattaki reklam ajansında çalışan iki kişi bilgisayarlarıyla inmiş, kedisiyle gezmeyi seven kadın latte içiyor, somurtkan polis filtre kahvesini yudumluyor ve yanındaki arkadaşıyla bir şeyler konuşurken küfür ediyor. Ama içinden. Hani anlarsınız ya dudaklarından belli küfür ettiği.
Barista bıkmış. Elindeki işleri yaparken bir yandan da dışarıya bakıyor.
Şefi onu uzaktan uzaktan gözlüyor. İş yaparken dışarı bakması bir şey değil ama işi bırakıp dışarıya dalması sorun onun için. O anı yakalamaya gayret eder gibi, ağzından salyalar akıtıyor gibi.
Kapıdan girer girmez, ağzından salyalar akan şef de, dışarıya bakıp uzun uzun dalan barista da ne hikmetse gülümsüyor.
- Hoş geldiniz
- Merhaba hoş buldum.
- Filtre kahve lütfen. Sütsüz, şekersiz.
- 6,5 TL
- Buyur.
Kahvesini aldı, kulaklığını yeniden taktı ve bir köşeye oturup saçma sapan bir şekilde bacak bacak üstüne attı.
Zohreh Jooya çalıyordu. Nereden nereye diye düşündü birkaç saniye ve tebessüm etti. Telefonun tuş kilidini açtı, yeniden kapattı. Masaya koydu. Tekrar eline aldı, ekran otomatik yanıyor mu diye baktı. Ekran yandı. İçi rahat etti garip şekilde.
Islık çalmak istedi. Bazen olurdu öyle.
Sigarasından bir tane çekti. Masaya vurdu iki kere filtre kısmını. Bu da rahatlatıyordu içini garip.
Bacağının arkasındaki yara aklına geldi anlık. Hafiften eliyle dokundu pantolonun üzerinden de olsa. Orada olması ve dokunabiliyor olması onu rahatlatıyordu.
Çoğu anlamsız şey rahatlatıyordu onu esasında.
Sigarasından çektiği dumanları üflerken, yan masadaki polisler rahatsız olmasın diye başını diğer tarafa dönüp üflüyordu. Geriliyordu.
Sonra polislerin de sigara yaktığını görünce normal oturdu. Normal üfledi.
Normal üflemek....
Polisler, ödeneklerin ne zaman yatacağı ile alakalı duydukları dedikoduları tartışıyordu. Hayalindeki polis sohbeti bu değildi aslında. Daha mesleki şeyler bekliyordu, insani değil.
Mesela, 3 yıldır kayıp olan bir kadını halen bulamadıkları için tartışıp küfür etmeleri makuldü onun için.
- Halen bir iz yok lanet olsun! diye bağırabilirdi asabi duran.
Asabi duran polis takım elbisesinin içine v yaka bir kazak giymişti. Çok yakışıklıydı. Belki de karizmatik bilemedi. Kıravatı çok düzgün bağlanmıştı ve sanki yapıştırılmış gibi duruyordu.
- Halen bir iz yok anlıyor musun pısırık polis! Halen bir iz yok anasını avradını sikeyim! diye dişlerini sıka sıka küfretmesi gerekirdi ama o ödeneklerin ne zaman yatacağı konusunu konuşup;
- neden her seferinde bu belirsizlik oluyor amına koyduğumun teşkilatında! diye dişlerini sıka sıka küfrediyordu.
Garip.
Bir sigara daha yakıp ayağa kalktı. Ağır ağır çıkıp karizmatik görünmek gibi bir çabası olmadığı için hızlı adımlarla dışarıya attı kendini.
Geçtiği sokaklarda gördüğü çocukların gözlerinin içine baktı. Kendisini görmek için belki de. Kulaklığı halen daha kulaklarını koruyordu. Arkadan araba gelir de duymam diye düşünüp, esnafın araç gereçleriyle dolu kaldırımlardan yürümeye çalıştı. Neden orada oldukları ile alakalı fikri olmadığı açık olan sıska fidanların arasında yürüdü.
Eve girdi...
Ayakkabısını çıkartmadan odaya girdi ve bir sigara daha yakıp, akşama hazırlanmaya karar verdi.
Koltuğa uzandı ama önce. Belki biraz dinlenmeye ihtiyacı vardı.
Akşamı planladı kafasında. Hayaller kurdu, bazen üzücü bazen umut verici.