22 Kasım 2017 Çarşamba

Çarşamba Gününe Müzik: Other People - LP


Muzaffer diye bir adam vardı mahallede. Fiat Kartal bir aracı vardı hiç unutmam. Krem rengi. Yağlı boyayla boyamıştı. El freni tutmazdı.

Halden aldığı meyve sebze ne varsa doldurur, sokak sokak dolaşır satardı. Metro yeni açılmıştı İstanbul'a. Bilirsiniz 5 duraktan oluşuyordu. 4.Levent ve Taksim arasında. Abim ve babam ilk gün bedava olan metroyu denemeye gitmişti.

Ben de o dönem ne alacaktım, neye para lazımdı bilmiyorum. İş kovalıyorum. Para lazım yani. Manitayı gazoz içmeye mi götüreceğim, yoksa kendime ışıklı ayakkabı mı alacağım öyle bir şeydi. İkincisi olması lazım. Beyaz, ışıklı bir ayakkabı almak istiyordum kendime. İkisi arasında çok da uçurum yok benim için. Her ikisi için de çalışmam gerekirdi. Muzaffer hazırlık yapıyordu.

Camdan kafamı uzatıp; "ben de geleyim mi?" dedim. Muzaffer kafasını yukarı doğru kaldırmaya bile tenezzül etmeden; "yok" dedi "sen ne anlarsın pazarcılıktan"

Hızlıca üstümü giyinip aşağıya indim; "abi" dedim, "abi ben sana yardım ederim. Ben çok iyi satabilirim, hem bunlardan yetiştirdik biz. Malın iyisini tanırım"

Annenden, babandan izin alıp gel dedi Muzaffer. Hızlıca koşup, evin merdivenlerinden çıkıp kapıya vurdum ve; "ben Muzaffer abiye yardım gidiyorum" dedim.

Çıktık yola. Arka koltukları sökmüş, aracın arka tarafı komple kasa dolu. Domates var, salatalık, marul, patates ve soğan var. Belki biber de vardı hatırlamıyorum.

Sanayi mahallesindeki caminin sağındaki dar sokaktan girdik. Eski postanenin olduğu, Gökhan'ın kumarhanesinin olduğu dar sokak. Muzaffer bana bakmadan; "hadi bağır biraz, böyle olmaz. Satamayacağız yoksa" dedi. Bağırmayı beceremedim ilk başlarda. Arabadayı durdurdu; "inip dışarıda bağır, ben yavaş yavaş gidiyorum" dedi. Dışarı çıktım, etrafıma baktım biraz. Bizim okulda okuyan Serhat diye bir kız vardı, onu gördüm. Adının Serhat olmasına hep şaşırmıştım onun. Derste bana bir kağıt uzatmıştı; "beni sevdiğini biliyorum" yazıyordu. Oysa ki sevmiyordum. Ben de bir şey dememiştim.

Serhat güzel gülüyordu. Uzun boylu bir kızdı. Saçları uzundu, manken gibi gelirdi o dönemler. Biraz da yollu diyorduk arkadaşlarla okulun yanındaki inşaatta sigara içerken. İlkokul çağlarındayız. Herkes güzel gülüyordu o zamanlar bizim için. Sanki annemiz bizi herkesi sevelim diye doğurmuş, o yüzden Serhat'ı da seviyorduk.

Serhat bana güldü; "ne yapıyorsun burada" diye uzaktan uzaktan bir şeyler söyledi, "ben" dedim, "ben meyve satıyorum, sebze satıyorum. Almak istemez misin?" biraz daha güldü; "yok dedi o işlere ben bakmıyorum. İp atlamaya indim ben"

Ah Serhat, madem almayacaksın neden oyalıyorsun gülerek.

Bir teyze bağırdı yukarılardan bir yerlerden; "bana domates versene oğlum" diye. 4 kilo domates tarttım teyzeye. Yanlış tartmayayım diye Muzaffer hep başımda bekledi. Parasını uzattı sepetle, parayı aldım, Muzaffer'e verdim. Domateslerini sepete koydum teyzenin. Para üstünü de tabii ki.

Açılmıştım artık. Avazım çıkana kadar bağırıyordum. Domates! Soğan! Biber! Almayan kaçırır! Tarla domates!

Hahayt. Harikaydım. Kağıt parayla ayakkabısını sildiği için sınıf öğretmeni tarafından disipline gönderilen Veysel'i de gördüm. Serhat'dan sonra Veysel'le karşılaşmak hiç hoş olmamıştı. Veysel, inanılmaz kötü bir insandı. O zamanlarda bile söyleyebiliyordum bunu. Kendimi belli etmemek için giden aracı kendime siper etmiş olsam da Veysel gördü beni.

Soyadını unuttum Veysel'in. Bu olaydan 2-3 hafta sonra saatimi çalmıştı hatta. İspat edemedim hiç ama onun çaldığını biliyordum. Babam hep; "sattın di mi sen saati hıyar" derdi. Halen bile der biliyor musunuz? Şaka değil. Abartı hiç değil. Halen daha aklına geldikçe, o saati sattığımı söyler babam. Veysel çaldı baba. Bir gün okursan burayı buna inan lütfen.

Veysel benimle dalga geçti Kartal'ın arkasında meyve sebze sattığım için. Utanç değil de başka bir şey hissetmiştim. Para kazanmak için yaptığım doğru şeylerden hiçbir zaman utanmadım, utanmayacaktım. Aracın arkasına oturup ayaklarımı sarkıttım, giden araçtan bağırmaya devam ettim ve uzaklaşan Veysel'e baktım gözlerimi dikerek. Veysel istese beni döverdi, o yüzden bir şey demiyordum ona hiç.

Kötü bir insandı en nihayetinde.

Çok güzel bir şeydi meyve sebze satmak. Muzaffer de sevmişti beni. Güzel para kazanmıştık, kar ediyor muydu acaba? Çok da zeki bir insan değildi, belki de ucuz ucuz satmıştık millete. Bilmiyorum. İlgilenmiyorum.

1 y boyunca her fırsatta Muzaffer Abiyle meyve sebze satmaya gittim. Bazen bizim mahalleden ve çevresinden dışarı çıkardık, o zamanlar daha girişken oluyordum. Akşam eve girerken de eve meyve sebze götürmeme izin veriyordu hem.

Çeliktepe'de spor ürünleri satan bir mağaza vardı. Sahte futbol formaları, şortlar, eşofmanlar falan satardı. O dönem moda olan spor ayakkabılardan da vardı. Markasını hatırlamıyorum. Bir abime, bir de kendime aldım gidip. Işıkları çok güzel yanıyordu. Evde falan onunla dolaşıyordum, gece kendi kendime dans ediyordum.

Okula onlarla gittim, eve gelip altlarını silip hep onları giydim. Beni yolda görenler; "lan! ayağın yanıyor!" şeklinde şakalar yapıyordu. Hoşuma gidiyordu.

Yine olsa yine giyerdim ama sadece gece dışarı çıktığımızda.

Selamlar.