16 Kasım 2017 Perşembe

Perşembe Gününe Müzik: Pink Floyd - Hey You



Üniversite öğrencisiydi. Saçları dağınık, üzerinde garip bir palto, ayağında bazı yerleri yırtık bir bot. Cebinde 73 Lira. İyi para. Bu yazıda ondan; "o" diye bahsedeceğiz.

Abisi rahatsızlandığı için İstanbul'a geri dönmesi gerekiyordu. İlk otobüse binmek için evden yürüyerek otobüs terminaline yürümeye başladı. Şehir küçüktü. Otobüs terminali ile evin arası yaklaşık 20 dakika yürümeyle rahatlıkla geçiliyordu. Ganyan meraklısı Mehmet'i gördü yolda yürürken.

Mehmet; "gel bir bira içelim" dedi. O omuz silkti, gitmem gerek diye yanıtladı. İstanbul'a gideceğim abi teşekkürler.

5 dakika sonra, birahanenin ahşap masasında istemeyerek bira içerken buldu kendisini. Birasını bir dikişte yarıladı ki hemen kalkıp gidebilsin.

Çerez söyledi Mehmet.

Birasını hızlıca içiyordu O. Mehmet'in işi çıktı, kalktı hesabı ödeyip. O ise tam kalkacakken bir bira daha söyledi. Yolluk yapmak amaçlı.

Abisini düşünüyordu. Gitmesi gerekliydi.

Sigarasından bir tane çekti. Bir bira daha söyledi.

Gitmesi gerektiğini düşünüyordu. Mehmet'e küfür etti.

Birasını hızlıca içip kalkmayı düşünüyordu bu sefer. Bu sefer tamamdı.

Biraz birahaneden bahsetmekte fayda görüyorum O birasını yudumlarken. O, ilk defa üniversiteye geldiği günün akşamı gelmişti buraya. Adı klasik; "sohbet birahanesi" idi.

Herkesin birbirini tanıdığı, bir delisi, bir evsizi, bir de ağır abisi olan; tuvaleti sidik kokan ve loş bir yer. Sohbeti güzel ama Sohbet Birahanesinin. Radyo reklamı gibi oldu ama böyleydi. Yani böyle bir yermiş, ben O'nun yalancısıyım.

O'ya geri dönelim;

Annesi aradı, telefona cevap vermedi O.

Saate gözü ilişti; sabahın 3'ünü bulmuştu. Birahanenin sahibi ve daimi içicisi Bülent gelip; "O hadi kapatıyorum" dedi. Bülentle yakın yerlerde oturdukları için bazen beraber giderlerdi.

Sen git abi, ben yana takılacağım, diyerek kalktı. Hesabı ödemeden.

Yan tarafta, çok küçük ama 24 saat açık başka bir birahane vardı. Orada kaç tane bira içtiğini saymadı. Bana bu yaşadıklarını anlattığı zaman da sormadım, hatırlayamadığını söyledi.

Oradan sabah çıkıp, otobüs terminaline doğru yürüdü. Cebinde 22 Lirası kalmıştı. 2 bira daha aldı sabahçı tekelinden.

Biraların birini açtı, diğerini yanına koydu.

Biraz ağladı. Nedensiz yere her şey için ağladı.

Annesi aradı saat 08:30'da. Açmadı telefonu. Son otobüse binmiş olsaydı şimdiye kadar evde olacaktı.

Diğer birasını açtı. Gözleri az görmeye başlamıştı. İleriden belirli belirsiz insanlar görüyordu. İşe giden kadınlar ve erkekler, okula giden minik çocuklar.

Kalktı. Gürkan diye bir arkadaşı vardı. Tek gözü kapalı halde onun geldiğini ve elini uzattığını gördü. Gözlerini tamamen açtığında, Bolu Kaynaşlı'da kelle paça içmeyi teklif eden, meyve sebze halinden İstanbul'a yük taşıyan Tahir abiyi gördü.

Gürkan buna bindirmiş olmalıydı.

İstanbul'da evinin yakınlarında indiğinde, artık ayılmıştı.

Kulaklığını taktı.

Eşlik etti eve doğru yürürken;

Hey you, out there in the cold
Getting lonely, getting old
Can you feel me?
Hey you, standing in the aisles
With itchy feet and fading smiles
Can you feel me?

Hep kış gelir. Görüşmek üzere.