Yapacak bir şey yok.
Siyah, dikdörtgen, kaba bir televizyonumuz vardı. Alt tarafında iki tarafta sağda ve solda ufak hoparlör olduğunu hatırlıyorum. Fileli fileli kocaman hoparlörler ama bir işe yaradığı yok tabi. Rukiye Teyzemi hatırlıyorum. Caminin müezzini babası yüzünden her gün cami temizlemeye gider, dönüşte de camiye çok yakın olduğu için bize uğrardı.
Rukiye teyzem bizim yanımızda başı açık duruyordu. Bazen camın kenarındaki mermere oturtur, sıkı sıkı tutarak ayaklarımı aşağıya salmama izin verirdi. Yükseklik biraz ürkütürdü ama yine de ona güvenirdim.
- "boklu götünüzü bile temizledim, size mi mahrem olacağım" derdi sık sık şahane bir kahkaha patlatarak.
Onu gerçekten annemin kardeşi sanıyordum. Levent Yüksel'e aşıktı.
Siyah, dikdörtgen, kaba bir televizyonumuz vardı.
Rukiye teyzem Levent Yüksel'e aşıktı.
Bize geldiğinde müzik kanallarını açar, Levent Yüksel çıkana kadar beklerdi. Öylece heyecanlı heyecanlı, bazen göz ucuyla televizyona bakardı.
Yukarıda bahsettiğim ufak hoparlörlere doğru eğilir, Levent Yüksel çıktığında ona eşlik ederdi. Sanki mikrofonmuş gibi yapardı ve bu hoşuna gidiyordu.
Fırtınaaaam, felaketim hasretim... Yetmiyor, sevişmeleeeer yetmiyor diye mırıldanırdı onunla beraber.
Çocuktum. Uzaktan teyzemi izlerdim. Sevişmek diyordu mesela şarkının içinde. Ayıp değil miydi? Kulaklarımı tıkamalı mıydım? Utanmalı mıydım? Ama o eşlik ediyordu ve babası müezzindi.
Siyah, dikdörtgen, kaba bir televizyonumuz vardı. Rukiye Teyzem Levent Yüksel'e aşıktı...
Annem her seferinde; "deli bu karı" diye söylenir, tebessüm ederdi. Az evvel ofiste birisi bu parçayı açtı da oradan aklıma düştü yine. O gün gözümün önüne geldi, o anı yaşadım yeniden.
Rukiye Teyzem öldü birkaç ay önce. Kansermiş.
Cenazesine gitmedim. Sadece taziye için evlerine uğradım. Babasının elini öptüm. Hiç ağlamadım ama.
Siyah, dikdörtgen, kaba bir televizyonumuz vardı.
...Rukiye Teyzem öldü.