2 Mayıs 2016 Pazartesi

Mayıs Ayına Müzik - Karanlıkta

Pek sanmıyorum.

Genç adam kulaklığından gelen belli belirsiz cızırtılar eşliğinde metro istasyonuna giden fayansa benzeyen taşlara basa basa yürüdü. Buradan her geçişinde, bu taşların bu kadar parlak durmasına rağmen neden ayağın altında kaymadığını düşünürdü. Belki araştırsa bulurdu bu sorunun cevabını fakat pek de umurunda olduğu söylenemezdi.

Kar yağıyordu.

Paltosunun yakasına çapraz şekilde birleştirdiği atkıya sarıldı metro istasyonuna giden ama asla kaymayan yolda yürürken. Elleri cebindeydi. Kulaklıktan belli belirsiz bir cızırtı geliyordu. Sadece kendisi duyuyordu gerçi. Sana bana cızırtı yani. Ayağını büyük gösteren kocaman postalları vardı. Onları da çapraz bağlardı.

Gereksiz ayrıntı.

Ellerini cebindeyken sıkıp bırakıyordu kan pompalamak için. Komik görünüyordu dışarıdan. Bazen cebindeki telefonu çıkartmak istiyordu ama kulaklığı paltonun içinden geçirdiği için bir türlü kablo yetmiyor, böyle göz ucuyla bakıp yerine koymak zorunda kalıyordu.

Zaten yürüyordu.

Kartını okutarak turnikeden geçmeye yeltendiği anda önüne bir kadın atılıp o bastı kartını ve geçti. Müsaade etti kadına geçmesi için. Hafiften tebessüm etti, kadın pek oralı değildi gerçi. Oysa ki kabalıktı yaptığı. Hem ne acelesi vardı bu kadar? 5 bilemedin 6 dakikada bir gelen metro için bu ne aceleydi?

Kendi bilirdi.

Elinde pembe okul çantası taşıyan bir erkek gördü. Sol tarafında elini tutan kızın sonradan farkına vardı. Belli ki okuldan evine dönüyordu babasıyla. Çünkü neredeyse akşam olmak üzereydi. İş ve okul çıkışı denk geldiyse demek. Yürüyen merdivene basmadan önce zıpladı minik kız babasının elini tutarak. Eğleniyordu. Sarı saçları o zıplayınca dalgalanmıştı. Babası pek oralı değildi gerçi.

Aynı hareketi merdivenin sonunda da yaptı.

Kısa bir beklemenin ardından metro çok hızlı şekilde gelse de birden bire yavaşladı yolcuları almak için. Herkes telaşla birbirini itiyor, babasının oğlunu bile tanımıyordu metroya binerken. Adeta mahşer tasviri diye düşündü genç adam. Saydı. Tam 4 vagon vardı.

Önden ikinci...

Her durakta daha da doluyordu lanet araç. Her seferinde daha çok insan almaya çalışan kocaman bir canavardı sanki. Kulaklığında belirli belirsiz bir ses vardı ya hani. O artık anlamlıydı. Sesi açtı çünkü paltosunun altından geçirdiği kulaklık kablosuna rağmen telefona ulaşarak.

Yar uykuda ben yine pencerede, doğacak günleri göresim gelir...

Paltosunun önünü açtı genç adam. Göğsündeki abuk subuk patlayıcıları tetikleyen çıplak kabloları birbirine yaklaştırdı. Yanındaki, ayakta zor duran beyaz saçlı adamla göz göze geldiler. Omuz silkti genç adam kabloları birbirine değdirmeye birkaç salise kala.